top of page
Ara

Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin Hayatı ve Eğitimi

Arzu Eylül Yalçınkaya

Güncelleme tarihi: 18 Haz 2020

Ibnü’l-Arabi (ö. 638/1240) 1165 (h. 560) senesinde Endülüs’ün Mürsiye şehrinde doğmuştur. Babası Ali b. Muhammed’in, Abbasi halifesi Müstencid Billah’ın komutanı olduğu ve Ibn Rüşd’ün yakın arkadaşı olduğu bilinmektedir. Ayrıca babasından, fıkıh ve hadis ilmi ile uğraşan takva sahibi bir kişilik, Nur isimli annesinden ise ensar soyundan gelen biri olarak bahsetmiştir. İbnü’l Arabi’nin görüşlerine hürmet edenler, kendisinin tasavvufi alanda bir otorite olduğunu ifade etmek için kendisine “Şeyhü’l Ekber” ve dini ilimlerdeki hakimiyetini ifade etmek için “Muhyiddin” lakaplarını kendisine istinad ederek ifade etmişlerdir.


İçinde bulunduğu fikir ve irfan çevresi, Ibn Tufeyl, İbn Rüşd ve Ibn Zühr gibi İslam felsefesinin önemli şahsiyetlerinden oluşuyordu. Ibnü’l-Arabi ergenlik dönemlerini böyle bir zengin kültür ortamında geçirmiş ve yine bu yaşlarında aldığı manevi bir işaret ile inzivaya çekilip kendi iç alemindeki zenginlikleri devşirmek niyeti ile, on dört ay kadar süren halvet ve riyazet tecrübeleri yaşamıştır. Kendisi el-Fütühat’ta bu süreçlerde kendisine marifet kapılarının yavaş yavaş açılmış olduğunu söylemiştir. Bu tür tecrübeleri yaşadığında 15-16 yaşlarında olan İbnü’l Arabi, İbn Rüşd’ün dikkatini celb etmiş ve İbn Rüşd babası aracılığı ile kendisi ile görüşmek istediğini iletmiştir. Bu görüşme İslam felsefesi ve İslam tasavvufu arasındaki epistemolojik farklılığı değerlendirmek açısından İbnü’l-Arabî’nin önemli bir tespitini içermektedir. Bu buluşmada, İbn Rüşd’ün kendisine “Senin keşif ve feyz-i ilahide bulduğun şey mantığın (nazar) bize verdiği şey midir?” diye sorduğunu, kendisinin ise “hem evet hem hayır, bu “evet” ve “hayır” arasında ruhlar yerlerinden, boyunlar cesetlerinden fırlar” diye karşılık vermesi üzerine, İbn Rüşd’ün yüzünün sarardığı ve titremeye başladığını söyle.


İbnü’l-Arabî, ilk Kur’an derslerini, tarikat ehli olduğu bilinen Ebu Abdullah el-Hayyat adlı bir kişiden almıştır. Hadis ilmini, İbn Hubeyş, İbn At, İbn Baki ve İbn Vacib gibi hadis alimlerinden almıştır. 18 yaşındayken Lahmi’den kırâat-ı seb’a, aşere ve takrib konularında öğrenim görmüştür. Bir yandan Kadı İbn Zerkun’un derslerine uzun zaman devam ederek kendisinden icazet almıştır.


Birçok eğitim yıllarından sonra, zahiri ilimlerde yeterli bir zaman vakfettiğine kanaat getirerek mânevi ilimlerde derinleşmek niyeti ile halvet ve murakebeye daha fazla ağırlık vermeye başlamıştır. Bu yola ilk başladığında hiçbir manevi rehberi olmadığını söyleyen İbnü’l Arabi, daha sonraları birçok batın ve zahiri ilim ehli alimlerden istifade etmiştir. Fütühat'ta kendilerinden faydalandığını söylediği üç yüz’ü aşkın üstadın isimleri ve hikmetli sözleri geçmektedir. İlk manevi hocasının ismi, Ebü’l-Abbas el-Uryebî olarak geçmektedir. Tam anlamı ile intisab etmesinin, Hızır ile karşılaşması ve kendisine bir hırka giydirmesi üzerine olduğunu söyler.

Yirmi altı yaşında, Tunus’a seyahat eden İbnü’l Arabi, burada bir süre ikamet ederek, aralarında el-Fütûhatü’l-Mekiyye’yi kendisine ithaf edeceği, Şeyh Abdüzazîz el-Mehdevî’nin de aralarında bulunduğu bir çok sûfi ile görüşmüştür. Daha sonra Fas’ta da dört sene ikamet eden İbnü’l Arabi, üç yıl boyunca yol arkadaşı olacak Abdullah Bedr el-Habeşî ile de burada karşılaşmıştır. Daha sonra Gırnata ve Kurtuba’da bulunuşu bunun Avrupa’daki son ikameti olmuş ve Marakeş’te aldığı bir manevi işaretle 596 (1200) yılında Doğu’ya doğru yola çıkmıştır. İlk haccı için Mekke’de bulunduktan sonra, Ebu Medyen ile görüşmek için Bicaye şehrine seyahat etmiştir. Kendisi ile Ebu Medyen’in vefatı sebebi ile görüşemese de, bu Sufi aliminden hayatı boyunca manevi olarak faydalandığını belirtmiştir. Bu süreçte Orta Doğu’nun önemli ilim ve kültür merkezlerini dolaşmış ve peygamberlerin kabirlerini ziyaret ederek bu dönemde önemli Sufi eserlerinin okumasını yapmıştır. Yine bu dönemde Konya’ya geçen İbnü’l Arabi, Anadolu’da bir süre bulunmuş ve Selçuklu Hanedanlığına Hristiyan tabiileri ile ilişkileri hususunda birçok tavsiyede bulunmuştur.


Dımaşk’a yerleştikten sonra, mânada kendisine Hz.Peygamber’in elinde bir kitapla görünerek, “Bu elimdeki, hikmetlerin yuvalarını gösteren bir kitaptır, bunu al ve faydalanacak kimselere açıkla” dediğini ve bu işaret üzerine Füsûsü’l Hikem aslı eserini neşrettiğini nakletmektedir. Daha sonra vefatına kadar olan zamanın büyük bir kısmını El-Fütûhatü’l-Mekkiye’yi gözden geçirmeye ve düzeltmelere ayırmıştır. İbnü’l Arabi, 10 Kasım 1240 (22 Rebîülâhir 638) tarihinde, Dımaşk şehrinde Hakk’a yürümüştür. Kabri, Kasiyûn dağının eteğinde Sâlihiye semtindeki, Kadı Muhyiddin İbnü’z-Zekî ailesinin kabristanında bulunmaktadır.

İbnü’l-Arabî’nin düşünceleri, ilk ortaya çıktığı tarihten itibaren İslam tasavvufu ve felsefesi için büyük bir ilgi ve tartışma konusu haline gelmiştir. Görüşlerinin etkisi birçok coğrafyada tasavvufi oluşumlarda izlenebilir.


Arzu Eylül Yalçınkaya

 
 
 

1 Comment


Ada Sunar
Ada Sunar
Jun 22, 2020

Günaydın,

Senin keşif ve feyz-i ilahide bulduğun şey mantığın (nazar) bize verdiği şey midir?” diye sorduğunu, kendisinin ise “hem evet hem hayır, bu “evet” ve “hayır” arasında ruhlar yerlerinden, boyunlar cesetlerinden fırlar.

Bu kısmı çok net anlayamadım, özellikle ruhlar yerlerinde, boyunlar cesetlerinden fırlar kısmı konusunda biraz daha bilgi rica edebilir miyim? Şimdiden teşekkürler.

Like
Join my mailing list

Thanks for submitting!

© 2023 by The Book Lover. Proudly created with Wix.com

bottom of page