B.
Sene 2011 Mevsimlerden sonbahar
* * * .. Dersten sonra hep beraber Eminönü’ne yöneldik. Ben Kadıköy’e, hocam ve arkadaşlarım ise Üsküdar’a gidiyorlar. Vakit geç olduğu için Karaköy-Kadıköy hattını tercih ettim. Onlar da Beşiktaş’tan karşıya geçecekler. Karaköy iskelede gezinmeyi çok severim. Fakat vapurun kalkmasına iki üç dakika vardı, orada oyalanma imkanı bulamadım. Başka zaman inşallah diyerek doğruca vapur iskelesine yöneldim. Şehir de beklenmedik insan manzaralarına hazırlıklı olmak gerek. Ama olmuyor işte. Durum beklenmedik olunca haliyle hazırlık da yapılamıyor. Dün geçten geç eve dönerken yaşadığım neşeli ol ki genç kalasın, teması da bunlardan biriydi sanırım. Karaköy’den Kadıköy vapuruna bindiğimde yorgunluktan ve kırgınlıktan ilk bulduğum boş yere kıvrılacak kıvamdaydım fakat hava koşulları ne olursa olsun Karaköy vapurunun arka tarafından Galata’yı seyretme adetimi mutlaka yerine getirmem gerekiyordu. Kabanımın yakası ile şapkamı burnumun üzerinde birleştirerek, bulabildiğim aralıktan bir beş dakika kadar geride bıraktığımız Galata ve İstanbul panoramasını seyre daldım. Vapur kıyıdan uzaklaştıkça manzaranın büyüsü üzerimdeki tesirini yitirmeye başladı, ani bir hareketle kendimi içeri attım. Sağ taraftaki koltuklardan birine kendimi patates çuvalı gibi bırakmak üzereyken kafamı bir direğe yaslamak için son anda ağır vücudumu sağ tarafa çekmeye çalıştım. Gece karanlığında yorganın içinde yatağa yerleşemeye çalışır gibi tuhaf ve teklifsiz bir halim vardı. O sırada karşı sıramda pencere kenarında oturan ve bana bakarak neredeyse kahkaha sınırında bir tebessümle bakan ortayaşlı bayanla gözgöze geldim. Yüzümde şüpheli bir tebessümle dondum kaldım. Kadın dolu dolu gülümsüyordu. Sanırım halimi anlamış ve belki bu durumda az çok kendini görerek -aynada kendine gülümser gibi bir samimiyetle-bana gülümsüyordu. “Neşeli ol ki genç kalasın, bu dünyadan da zevk alasın.” Ben de gülümsedim. Ama sanırım bu biraz şaşkın bir cevaptı oldu. Kadının bu derece samimiyeti beni dumura uğratmıştı. Haliyle vaziyet anlaşıldı ve bu iyi niyetli hanım ablam, kendinde duymadığı bir şüpheyi benim yüzümde yakalayınca rahatsız olarak yine aynı samimi anlayışla yavaş yavaş kendine döndü. Genelde bu anlayışlı kendine dönüş benim halim olur. Birine gülümserim o bana şüpheli, şaşkın bir tebessümle cevap vermeye çalışır. Başaramaz. O zaman ben de ısrarcı olmam. Bu defa aynı şeyi az çok ben yapmıştım. Olabilir, kendimi kınamadım. Hazırlıksız yakalanmıştım. Tekrar kabanımın yakası ile şapkamı burnumun üzerinde birleştirerek uyumaya ya da en azından gözlerimi florasanların rahatsız edici ışığından korumaya çalıştım. Vapurdan indikten sonra Kadıköy’den Pendiğe doğru giden çift katlı otobüslere bindim. Elimde bir bardak şifa içeceği- bu içecek Kadıköy merkezde taze olarak bulabileceğiniz, elma, portakal, havuç bileşimi son derece diriltici enfes bir içecektir-pencere kenarında oturan genç irisi bir çocuğun yanına oturdum. Höpür höpür meyve suyumu içerken sağ tarafa, pencere önünden akıp giden mağazalara doğru başımı çevirmiştim ki bu genç irisini ağzı kulaklarına ve oradan da kısa bir turla tekrar ağzına varacak kadar büyük bir gülümseme ile bana bakarken buldum. İrkildim. Ne diyeceğimi bilemedim. Birine benzettiniz herhal dedim. Bu sözden ikrah ederim oysa. Sonra çocuk daha çok gülümsedi. Ay pardon dedim, meyve suyu di mi, dedim, ben de höpür içtim kusura bakmayın, hasta olmayım diye telaşlanıyorum, eve kadar dayanamadım şuracıkta içiverdim, koktu di mi, kusura bakmayın ya.. kabilinden bir sürü söz ettim. Derken çocuk şapkasının altından kulaklığını çıkardı, meğer o bir şey duymuyormuş, bir daha meramımı anlattım. Çok güldü. Bu defa tebessüm filan değil, baya baya güldü. Estağfirullahlar, aman efendimler, derken yine eski halimize döndük. O pencereden dışarı doğru bakıyor ben topluma demeç verecek gibi hakim bakışlarla otobüsü gözlüyorum. Arada bu yine bana bakıyor, konu aklına geldikçe, kendi kendine gülümsüyor. Neşeli ol ki genç kalasın.. ben de tebessümü çehremden düşürmüyorum işte canım. Bu şehir bir acaip. Sana seni yedirtir. Hiç beklenmedik durumlara hazır olmalı. Ama nasıl. Beklemediğin bir şeye nasıl hazır olabilirsin.. burası İstanbul. Burası bir garip enteresan şehir. Burası insanın kendini aradığı, bulduğu, kaybettiği, kendisiyle karşılaştığı ya da başkasıyla karıştırdığı bir şehir. İnsan şehir burası. İstanbul.. Ben ona yeni bir deyişle, Bundan maada, “İnsanbul” diyeceğim. Kabul eden etsin, etmeyen başka taraftan tutsun.
Eylülcan
Comments